18 Ekim 2016 Salı

8-9 Ekim Yüz Bin Koş Workshop

Gloria IRONMAN 70.3 öncesi yaptığımız Long Weekend Workshop'un videosu alttadır. Sevgili "ASLA DURMA" yan adam Fatih Topçu'nun Vlog'unda hazırladığı videoyu sizlerle paylaşmak istedik. Eğitimlerimiz devam edecektir. Bize info@yuzbinkos.com adresinden ulaşabilirsiniz. İyi seyirler =)




15 Ekim 2016 Cumartesi

IRONMAN 70.3 WC, Florida 70.3 ve Slot'u Alışım

Benim için bir hayalin gerçeğe dönüşmesi bu hikaye. Ve farkına vardım ki başlığı atıp öyle bırakmışım taslaklara bu yazıyı. Benim hayatımın en önemli sportif olaylarından birisiydi halbuki ve yazamamışım 2 aydır.

Dünya Şampiyonası; hayallerimin gerçeğe dönüşmesinin hikayesi aslında. Ve şuan en sevdiğim şeyi yapıp, kahvemi koydum ve sizlere en başından slot'u almamdan yarışın dönüşüne kadar olan her şeyi yazmak istiyorum. Ben içimden geldiği gibi tüm detayları yazacağım affınıza sığınarak. Amacım yaşadıklarıma bahane veya kılıf aramak değil, tamamen içten bir paylaşım. Yoksa iyisiyle kötüsüyle yaşadığım her şey benim doğrularım, benim hatalarım ve benim başarı-başarısızlığımdır.

Şubat ayında antrenörüm Sebastian Pedraza ile Kıbrıs kampımızda bir araya geldik. Hedef ve karşılıklı beklentilerimizi konuştuk. Benim yıllardır hayalim Dünya Şampiyonasında yer almaktı ve 2016 IM 70.3 Dünya Şampiyonası Avusturalya'da yapılacağı için yani uzak bir ülkede olacağından dolayı, ilk 5'e giremeden de, 10.cu-20.ci arasında bitireceğin bir yarıştan, rolld down ile şansım olduğunu düşünmüştüm. Gloria'da 15.ci, Bahreyn'de 12.ci olunca daha da iştahlanmıştım Dünya Şampiyonası için. Hocam ile önümüzdeki yarış takvimine bakarak beni hangi yarışların slot potasına sokacağına karar verdik. İlk olarak Floria'da, sonrasında St Polten en son olarak da Pescara ile şansımızı deneyecektik. 2016 senesinde Gloria Sports Arena Triathlon Team adına yarışacağım o tarihlerde belli olmuştu ve onların da desteği ile Florida ve Pescara'ya kaydımı yaptırdım. O gece Amerika uçak biletimi aldım ve son 8-9 haftam vardı yarışa, tüm hazırlıkları o yarışa göre şekillendirdik.



Bisiklet branşında daha dominant olduğum için genelde bisiklette ön gruba yetişmeye çalışıp koşuya enerji bırakamadığım kanısına vardık. Bu sebeple Yüzme antrenmanlarıma ağırlık verdik ki sudan 30dk altında yani ön gruba yakın çıkıp bisiklette her zamanki watt değerlerimden 5-10 watt daha düşük gidip sıralamamı korumak ve koşuya daha dinç çıkıp 1.35 ve altı seviyesinde koşma hedefimizi koyduk. Haftada 20km ye yakın yüzdüğüm oldu. Ve bunun faydasını çok gördüm. Su hissiyatım arttı, 800m yi 12.30, 1900 ü havuzda 30dk altında yüzecek seviyeye geldim. Bu arada antrenman niyetine, antrenmanları kesmeden koştuğum Antalya yarı maratonunu 1.32 koşarak hem PB yapmış hem de güven tazelemiş oldum.

Yarışa 15 gün kala bir cuma Yüzme antrenmanında omzumda sızı hissettim ama önemsemedim. Ertesi gün yine koşu üstü yüzmem vardı ve bu yüzmede baya baya yüzemediğimi ve omzumun hareket kabiliyetini kaybettiğini farkettim. Pazar evden çıkıp anneme bisikletle gidip geri döndüm ( Yeniköy'den motorla Beykoz'a geçip Riva git gel ). O antrenmanda omuzum iyice error vermeye başladı. Antrenmanları kestim ama artık olan olmuştu. Omzumdan sakatlanmıştım. Yarışa 1 hafta kala önceden planlanmış Paris seyahatim vardı. Öğrencilerim maraton koşacaklardı ve ben de orada onlarla olup destek olacaktım. 1 hafta hiç antrenman yapamadan Paris'e gittim. Aslında planım Paris'e bisikletimle gidip antrenmanlara devam edip, Oradan İstanbul'a inip direk Amerika'ya uçmaktı. Fakat omzumdan dolayı sadece koşu malzemelerimi yanma alıp gitmek zorunda kaldım. Omuz acısını size şöyle tarif edebilirim; yatarken artık sızacak kadar yorulmuş olmam gerekiyordu uyku için. Gece her kımıldamam da uyanıp tekrar uyumaya çalışıyordum. Ve tek bir pozisyon haricinde kesintisiz ağrıyordu. Paris'de bir 20dk jog ve öğrencilerime destek olmak amaçlı totalde 30km civarı koşu yaptım düşük tempolarda. Omuzum biraz daha iyiydi dönüşte, Paris'de yaptığım foamroller ve ilaç tedavisi işe yarıyordu. İstanbul için salı öğleden sonra yola çıktık ve gece 12 gibi İstanbul'da eve varıp sabah 8 de yola çıkıp Amerika Miami'ye uçtum. Omzum artık daha iyi, en azından yüzebilecek seviyedeydi.



 Miami'de 1 gece sevgili ironman abim Can Datça'nın evinde kaldım ve sabah 6 da beni yüzme antrenmanına götürdü. Evi Fort Lauderdale deydi. Oradan tren ile yaklaşık 5 saat yol gidip Winter Heaven'a varacaktım. Oradan da 25km ilerde otelim vardı. Otelim de yarışa yaklaşık 15km ilerideydi. Aslında en başta planım Miami hava alanında araba kiralayarak yarışa gitmek ve oradan direk yarış alanına geçmekti. Fakat ehliyetimi kaybettiğim ve yenisini almaya zamanım yetmediği için tren opsiyonunu kullanmak zorunda kaldım. Neyse, Can abi ile yüzme güzel geçti, omuzum sorun çıkartmadı. Çok sevinmiştim buna. Antrenman sonrası hemen eve uğrayıp valizlerimi alıp tren garına gittik. Trene 10dk vardı ve bilet alıp treni bekledik. Tren geldi ama beni almadılar, önceden bisiklet vereceğimi söylemem ve bunun için para ödemem, bisikletimi de bavulundan çıkartıp vermem lazımmış. 5dk da hallederim dedim olmadı, sonraki istasyona kadar monte ederim dedim olmadı ve beni trene almadılar! Bir sonraki tren 12.45 de gelecek ve yapacak hiç bir şey yok beklemek zorundaydım. Hemen bisikleti monte ettim ve bike case i Can abiye verdim. O da işe gitmesi gerektiği için ayrıldı gardan. Ben; bisikletim, ayaklı pompam, bir valiz, bir sırt çantası ile garda kaldım. Trende kahvaltı yaparım demiştim ki garda 4-5 saat kalınca bir otomattan gayet sağlıksız besinler ile beslenerek treni bekledim. Bir önceki gece uçak yolculuğu, jetlag, az uyku, açlık,, Ne kadar çok bahanem var değil mi? Ama orada o an tüm hedefini koyduğun yarış öncesi en ufak aksaklık bile canını tahmin edeceğinden çok daha fazla sıkabiliyor.

5 saatlik bir tren yolculuğundan sonra Winter Heaven'a vardım ve daha önce onlarca kez check ettiğim UBER uygulamasından araç çağırdım. Fakat 45dk beklememe rağmen ısrarla araç bulamıyordum. Hava da ufaktan akşama dönmeye başlamıştı. Yapacak bir çarem kalmayınca bisikletin lastikleri şişirdim ve bavulumu askılarında diklemesine sırtıma astım, sırt çantamı aerobara yatırdım, pompayı sırt çantama sabitlemeye çalıştım ve telefonda gps i açıp öndeki çantaya koyup üzerine yatar gibi aheste aheste yola koyuldum. yaklaşık 1 saatte ufak 1-2 durma ile otele varabildim. Saat akşam 8 civarı ve hava kararmıştı artık. Odama kendimi attım ama otel otoban üzerinde. Etrafında hiç bir şey yok, en yakın market 10km ileride. O gazla hemen bisiklete geri atlayıp su gıda bir şeyler alıp saat 21.30 gibi yatağa uzanıp ayaklarımı uzatabilmiştim. Salı öğleden sonra Paris'ten başlayan yolculuk, Perşembe akşam saat 21.30 sona ermişti artık. Ertesi gün ufak bir koşu antrenmanı, kayıt vs derken dinlenme şansım oldu ama o koşuda bile nabzım gereksiz fazla atıyordu. 10-15 gün antrenman yapamama ve jetlag vs den dolayı sanırım bunları hissediyordum. Erkenden odama gelip bütün gün dinlendim. Cumartesi öğlen parkur yüzme antrenmanı vardı, ona katıldım ve tekrar odama dönüp dinlenmeye çalıştım. Jetlag'ın tek bir avantajı oldu, mecburen saat 3 gibi uyanıyordum. Yarışın bir özelliği ise yarış sabahı bisiklet bırakabiliyorsun. Bu çok işime gelmişti çünkü yarış sabahı 10km koşarak gitmek ya da otostopla birilerini bulmaya çalışmak zorunda kalmayacaktım.



Böyle hedefli bir yarış koşacağım için önceden tüm kayıtlı yarışmacıların geçmiş yarışlarını kontrol ettim ve kağıt üzerinde kendi performansımı gösterirsem ilk 10 da bitirmemek adına hiç bir sebep yoktu. Yüzmeden 30-32dk arası çıkar, bisiklette 2.20 çevirebilir ( parkur çok düz gözüküyordu ) ve 1.35 hedefimi koşabilirsem PB bile gelebilirdi.

Yarış sabahı wetsuit kullanımına izin verdiler. Fakat entresan olan şey sabah hava 9-10 derece iken, saat 10-11 gibi 25-27 derecelere çıkıyor olmasıydı. Sabah bisikleti bıraktıktan sonra starta kadar çok üşüdük. Sadece ben değil herkes üşüyordu etrafta. Yarışın başlaması ile iyi bir yer kaparak çok dolambaçlı olan yüzmeyi ( M harfindeydi parkur ) omzumda sorun çıkmadan tamamladım. Sudan çıkıp saate baktığımda saati başlatamadığımı farkettim ama start saatim biliyordum. Sudan çıkınca bir elektronik saat vardı ve orada saati görünce 33dk civarı yüzdüğümü anladım. Biraz moralimi etkiledi ama bisiklette kapatırım dedim ben bu farkı. Bisiklette başladım sakince, ama çok sakindim T1 de hiç alışık olmadığım kadar. Yani tabiri caizse, ben hep agresif yırtık bir tempoda değişim yapar çıkarım ama bu sefer utanmasam ayaklarımı kurulayacaktım. Bisikletin ilk 50km si çok güzel geçti. 5-6 tane yaş grubumu geçtim. Tahminimce ilk 15 de filanımdır diyordum. Amerika yarışlarında yarışmacıların calflerine yaşları yazıyor o yüzden sizi birisi geçtiğinde ya da siz birisini geçerken rakip olup olmadığını anlayabiliyorsunuz. yarışın 50.ci km sinden sonra benim için işler ters gitmeye başladı. Parkur kare gibiydi ve başta arkadan esen rüzgar kafa rüzgarına dönmüş, omuzum aerobarda yatmaktan ağrımaya başlamış ve beni sık sık aerobardan kaldırıp omzumu dinlendirmek zorunda bırakıyordu. Ekranda avr speed ve watt git gide düşüyor ve asfalt soğuk asfalta dönüyordu. Aslında kendini iyi hissetsen hiç biri sana zor gelmez ama o an işte sanki evren sana karşıymış gibi hissediyorsun.



Fotoğraf Dünya Şampiyonası'ndan
Bisikleti bıraktığımda moralim çok bozuktu. 2.28 çevirmişim ama mutsuzum. Ne kadar saçma geliyor şimdi. Sıcak iyice bastırmıştı ve koşuya başlamadan önce T2 de yine fazla sakindim, oyalanmıştım. Yarışlarda koşuda ilk 2km saate çok bakmadan hissettiğim gibi başlarım. 2km sonra yarışın seyiri belli olur az çok benim için. Burada da ilk 2k saate bakmamaya ve koşmaya başladım. hedef tempomun çok altında kaldığımı gördüm ve aşırı yorgundum. Ve asıl film 2km sonrası o yokuşları görünce koptu =) Hiç beklemiyordum, ve önceden parkuru gezememiştim. Yarış 3 Tur, ilk turu ite kaka gittim ama sonrası tam bir fecahat benim için. O gün gücüm o kadardı. Benden daha iyi mental güce sahip, kuvvete sahip, daha iyi stratejiye sahip ve daha iyi antrenman yapmış kişiler bir bir yanımdan geçti. Finish'e attım kendimi resmen. 5.01 ile beklentimin çok altında bir yarış bitirmiş oldum. Sonra sonuçlara bakınca 30.cu olduğumu gördüm. Çok kötü olmasa da benden daha iyi 29 kişi vardı. Koşu da 15 kişiye geçilmiştim. İstediğim gibi koşsaydım ( 1.53 koştum ) 4.40 lı bir şeyler yapacak ve ilk 15 de yer alıp en azında roll down dan slot umudu besleyecektim.



Fotoğraf Dünya Şampiyonasından
Araba kiralayabilmiş olsaydım o moralle 1dk kalmaz o yarış alanında,
hemen otele döner bir süre sessiz kalıp yaşadıklarımı sindirmeye çalışırdım. Bisiklet ile gideceğim için, en azında yarış alanında birşeyler yiyip, Slot törenini izlemek istedim. Çünkü az çok kimlerin ilk 10 da yer alacağını biliyordum ve biraz o insanları izleyip,ilham almak adına kaldım orada. Sistem olarak önce her yaş grubundan ilk 5 leri çağırıyorlar ve plaket veriyorlardı. Sonra onlara o yaş grubunda kaç slot hakkı varsa bu slotları isteyip istemediklerini soruyorlardı. Benim yaş grubumda 2 slot vardı ve ilk 5 den kimse almadı slot. O ilk 5 de tam tahmin ettiğim kişilerdi. Eğer o 5 den slot alan çıkmaz ise slotlar roll down oluyor ve tüm plaketler dağıtıldıktan sonra "roll down töreni" altında ilk 5 den sonraki kişilere sırayla soruyorlardı. Tüm plaketler dağıtıldıktan sonra saatte akşam 5 gibi bir şey olmuştu. Yarışın sabah 7 de başladığını düşünürseniz alanda çok az kişi kalmıştı. Spiker biraz insanları oyalamak adına "bu alanda kaç kişi slot almak istiyor" diye sordu. Kaldırılan elleri saydı ve "17" dedi ve "bende 19 slot var, Sanırım hepinizi Avusturalya'ya yollayacağım" dedi. Ben o anda yemek yiyordum 50m ileride ve bu lafın üzerine bir umut ile yerimden fırlayıp çantamı kapıp sahne önüne gittim. Etrafta olanların Calf lerine bakıp yaş gruplarını anlamaya çalışıyordum. Ama kimse yoktu benim yaş grubumda. Calf çorabı olan bir kaç kişi vardı onlarında 1 tanesi belki benle aynı yaşta gibiydi. Yaşlıdan gence doğru slotları dağıtmaya başladılar. Az kişi olduğun için direk "40-44 yaş grubunda 2 slotum var, burada bu yaş grubundan bu slotu almak isteyen varmı?" diye soruyorlardı. Benim aynı yaş grubumda sandığım kişi 40-44 yaş grubunda slotu alınca etrafta kimse kalmadı benim yaş grubumdan gibiydi. Heyecandan ne yapacağımı bilemez haldeydim. "35-39 yaş grubunda 2 slotum var, almak isten var mı?" diye sorduğu anda önce etrafa bakındım. Bir kişi arkalardan kalktı ve sahneye yöneldi, 2-3 saniye sersemledikten sonra ben de yürümeye başladım kolumu kaldırıp. Ama bir yandan da etrafı kollayıp başka gelen var mı diye bakıyordum. Ve evet sadece 2 slot ve onu almak isteyen 2 kişiydik!!




O an herhalde yaşadığım hissiyatı hiç bir cümle ile buraya aktaramam. Gözlerimden 2 damla yaş aktı. Çok istemiştim, gerçekten çok istemiştim o slotu almayı, yarış iyi geçmemişti ama bir şekilde o slot dağıtılırken orada olan 2 kişiden birisi bendim. Ve bir şelide o slot benim cebime girmişti. Kimseyi kandıracak değilim, o performans o slotu hak etmemişti ama 15.ci veya 12.ci olup da alamadğım slot olmuştu. Demek ki benim onca yolu çekip buralara gelip, o treni kaçırıp vs vs her şeyi yaşayıp üzerine o slotu almam gerekiyormuş.

Devamı 2.ci yazıda..

12 Ekim 2016 Çarşamba

Likya Yolu Ultra Maratonu 2016, Ardından

Dönüp geçen sene Likya'yı bitirdiğimde yazdıklarımı okudum önce. Önce bir duygulandım açıkçası. Ne kadar aynı ama bir o kadar da farklı 2 yarış olmuş benim adıma. Gündüz sıcaktan yanıp, gece bere ile gezdiğimiz günler yaşadık.
Üşüdük, yeri geldi uyuyamadık sert zeminden ( evet bu sefer yataksız gittim ) ama benim adıma milyonlarca tecrübeyle geri dönüş oldu. Beni az çok çok etaplı yarışlardan tanıyanlar bilir. Kocaman bavulum, kahvemden, çift kişilik şişme yatağıma kadar her şeyimle gelen, neredeyse her güne başka bir kıyafet getiren ben, sadece 1 sırt çantası ve hiç bir extra malzemem olmadan gittim bu sefer Likya'ya. İstemedi canım kabarık çanta yapmak, her sabah şımarık gibi kalkıp french press ile kahve hazırlamak, her çıkarttığımı kirliye koyup yenisini giymek.. Ve inanır mısınız, bunu yaptığımı oraya gittiğimde anladım. Sadece koşmaya 2 tayt, 1 eşorfman altı, 1 sweatshirt, 1 uzun tayt, 2 tsirt, 1 koşu forması, 2 çorap, 2 ayakkabı, 1 havlu.. Hepsi bu. Ultracı gibi hissettim kendimi bir anda, hatta Yonca "ben ultra yapacağım" dediğinde bir anda "o zaman bende seninle geleceğim" demek istedim. İçimde artık o 250km'yi yenme arzusu daha çok, yapabileceğime inancım daha fazla. Yonca'nın bunda katkısı inanılmaz büyük ve zamanı da geliyor mental olarak, hissediyorum.



Şimdi şuursuzca Uzunetap ailesini anlatasım var size ama zaten her yazımızda ne kadar olağanüstü bir event yaptıklarını yazıyoruz. Yemeklerden tutunda, lojistik olarak o kadar zor olan wc-duş olayına kadar her şeyi nasıl sorunsuz hallediyorlar bir görseniz. Hepsine sonsuz teşekkürden başka bir şey diyemiyorum maalesef. Teşekkürler Uzunetap ailesi.



İnsanın orada hissettikleri çok entresan gerçekten. İlk günler herkes yabancı, tanıdıklar var elbet ama 2012 de 10 kişilik 6G yarışında, bu sene 95 kişinin kayıt olduğu bir yarışa dönüştü bu yarış 4-5 senede. o 100 kişi ile 1 hafta her şeyi paylaşıyorsun. neredeyse 24 saat berabersin. Aynı parkurda, aynı çadırda, aynı masada. Ne hikayelere şahit oluyorsun. Her gün parkurda ne manzaralara, her gün başka bir yarışmacı ile beraber şahit oluyorsun. Normalde herhangi bir yarış ortamında 3-5 saat görüp ayrıldığın insanların bir nevi evine misafir oluyorsun. Herkesin çadırı onun evi gibi orada ve sen davetsiz misafir gibi orada onun evinde yatıp kalkıyorsun. Orada, o çadır içerisinde 8 gününü geçirdiğin insana nasıl olur da güvenmezsin bir düşünsene, evinin anahtarını ver git dünyanın öbür ucuna aklın zerre arkada kalmaz.



Özel karakterler var benim için orada. Mesela Yonca, hani kim cesaret ederdi onun yaptığını yapmaya? Bence edemezdi kimse. Damla, geçen sene yarım bıraktığı işi tamamlamaya gelmişti ve yaptı. Bakiye abla, kadın hepimize hayat dersi gibi. Alicem, bir arkadaştan daha öte, kardeş gibi artık. Çılgın çadır arkadaşım yıllardır, Seda Nur Çelik, kendime çok benzetiyorum onu, deli dolu ve çok duygusal. Çok başarılı ve çok daha başarılı olacak. Mahmut, SAT komandosu bir subay, zaten bilen biliyor,adam koşuyor ve bunu o kadar basitmiş gibi gösteriyor ki inanılmaz. Özcan, deli çocuk, o da bizden birisi, yarışa renk katan enerjisiyle ortamı besleyen. Ekipten çok fazla insan var anlatılacak, Serdar, Tolga, Özge, Ecem, Özgür, Taner abi, Mehmet abi Senem, faruk Kubilay abi, ne bileyim daha kimler var kimler artık aile gibi olduğumuz.



Bana bu sonsuz tecrübeleri yaşama şansı verdikleri için her birine sonsuz teşekkür ediyorum. Çünkü her dönüşümde yeni bir ben olarak geri geliyorum oradan.. Yarış sonucunu merak edenler vardır elbet, son gün ayağımdaki sakatlıktan ötürü parkura çıkamadım. O sebeple yarışı bitirememiş gözüküyorum.

Seneye görüşmek üzere özel ağaç, arkasına saklanıp gözyaşı dökülen..Sen ölü halinle hayat verensin..