Runfire Cappadocia İzleri


Gece gözüme uyku girmemesi, sabah olsun da yazımı yazayım heyecanı, kafamda kelimelerin harmonisi tüm gece. Bana neler oluyor İsviçre bilim adamları bunu da açıklasın!!

Ben bir yarışa gittim, gittiğimi sanıyordum ama kendimi bulmaya gitmişim meğer, özüme dönmeye, ilkel benliğime ulaşmaya. Ne güzel tecrübeler yaşadım şu 8 günde. Herkes soruyor nasıl geçti diye, ama ben kelimeler bulamıyorum anlatmaya. Sadece deneyeceğim. Bu yazıda bir çok ruha dokunmaya çalışacağım. Okudukça orada olanlar kendilerinden birer parça bulacaklar.

Aslında hiç aklımda yoktu aktif olmak kampta, hatta tam tersine içime kapanıp sessizce bir 7 gün geçirip dönmeyi planlıyordum. Havasından mıdır, suyundan mıdır bilmiyorum ama Nevşehir hava alanına iner inmez bir şeyler oldu bana. Bir peri geldi arkamdan bana sihirliği değneği ile dokundu ve dedi ki "Kendin ol, unuttuğun kendin, yaşayamadığın gençliğin ve çocukluğun ol". Dokun dedi bana, insanlara dokun, ruhlara dokun ve hisset, paylaş, yardım et. Gün batımıyla dans et, gün doğumunda şükret..

Yokuşu gördüm, gittim koştum herkes yürürken. Hayat bana herkesin zorlandığı yerlerde bunu fırsat bilip fark yaratmayı öğretti. Elimi uzattım, gel dedim beraber gidelim, ne kadar fark yaratırsan yarat insan olamadıktan sonra neye yarar o farkın dedi bana ruhum. Yarışmayı seçmek her zaman kolay olanı, hep düşünmüşümdür yarışmamayı seçebilecek miyim diye. Seçme zamanı gelmişti belkide.

Akşam olup yıldızlar yükseldiğinde göğü avuçlarıma toplamak istedim, almak saklamak. Aslında baktığında nasıl mükemmel bir dans var yukarıda, ahenk var. Tek başına birer parıltı o kadar gibi gözükse de, sıralandıklarında onlara hayatlarımızın anlamlarını yüklediğimiz Akrep oluyor, Aslan oluyor, yeri geldiğinde ise dengeyi temsilen Terazi. Tek başına bir hiçken bir bütün haline gelince içine binlerce anlam yüklediğimiz topluluklar oluyor. Biz de öyle değil miyiz? Yıldızların Ay'ın etrafında mükemmel bir titizlilikle dans ettiği gibi, Runfire'da dans etmedik mi? Bir ahenk yakalamadık mı? Hayatımıza etki edecek bir çok deneyimi yaşayıp, Ay'ın çekimine ayak uydurmadık mı? Hangi biriniz Ay ışığında koştu? Ay size yıldızlar ile bir olup ışık tuttu, yol gösterdi? Peki sen kaç kere Şükür ettin bu eşsiz dansa? O dansa ayak uydurabilecek enerjiyi sana sunan bedenine ve ruhuna? Bir büyü değil midir o? Senin için belki değildir artık yaşamışsındır ama büyüdür o, bir çocuk için sabahın 5 inde sokakta olmak. O saat 8 den sonrasını bilir. Gün aymıştır çoktan. Sabah 5 te sokağı görmek onun işi değildir, o iş, hayran olduğu büyüklerinin yapabileceği bir iştir. Ama bir kere o saatte dışarı çıkınca ağzı açık izler etrafı. Her sabah gülen yüzlerle onu karşılayan pastanenin, asık suratla kepenk açılışına şahit olur. Büyülüdür o saatler onun için çünkü daha önce yaşanmamıştır. Yaşanmamış her şey büyüdür. Hiç dalmamış birisinin suyun altını tv den izleyişi, hiç tırmanmamış birisine dağların zirvesi. Hiç kürsüye çıkmamış birisine ise madalyayı kazanmak, onu hak etmek. Ondan o yarışta daha iyisi olmadığını hissetmek. Tüm gözler üzerindedir, ne yapsa olay olur, mütevazi midir yoksa egolumu, o da bilmez, bilemez. Ön yargı vardır çünkü insanlarda. Önce tipine göre sana bir etiket koyarlar sonra yaptıklarınla. Aslında içindeki seni kimse bilemez. Sen o yarışı kazanmadan 1 gece önce belkide tuz gölünün ortasında anı yaşayıp yepyeni tanıdığın kişilerle aynı yastığa başını koyup ellerini yıldızlara uzatmışsındır şükretmek için. Parmaklarını açıp içinden geçen rüzgarı hissetmek için gözlerini kapatıp nefes alış verişini yavaşlatmışsındır. O rüzgar parmaklarının arasında gezmiş ve sana fısıldamıştır duyabildiysen, egonu bırakabildiysen akışa. Çocukken ego yoktur, sevişirken, uyurken, sarhoşken.. o zaman kötü müdür sarhoş olmak? Salmak kendini akışa? İçinden geldiği gibi dans etmek? Kötü olmasa gerek insanların gözlerinde "aaaa bu ne kadar başka birisiymiş" bakışlarını görmek.. hatta duymak hiç ummadığın birinden. Şaşırtmak insanları, ilham olmak, olabilme ihtimalini hissetmek. Yarışmamayı seçmek çok mu zordur? Hayatta hep bir klasmana sokulmadık mı zaten? Sen şunda iyisin bunda şöylesin diyen binlerce çok bilmiş yok mudur etrafımızda. Şükretmektir işin aslı. Gözlerini kapatıp sağlıklı atan bir kalbe şükretmek, onun kıymetini bilmek. Onu üzmemek, yormamak, sana verdiği işaretleri iyi algılayıp hareket etmek. Her kalp atışının bir mucize olduğunu unutmadan yola devam etmek. Senin kolayca yapabildiklerini, yapmayı isteyen ama yapamayan bedenleri düşünüp şükretmek. Biz çok şanslıydık. 8 gün boyunca bir yolculuğa çıktık. Bir arınmaya, kendini bulmaya. Minimalist yaşamayı öğrenmeye. Sonunda birbirini bu kadar yakından tanımayan 50 kişiden de her saniye Şükür kelimesini duyuyorsan bence biz amacımıza ulaştık. Ceplerimizi yıldızlarla doldurduk, cüzdanlarımıza paha biçilmez dostluklar koyduk. Boynumuza sevgiden halkalar astık. Son gün son ana kadar beraberce yaşadık. Sarıldım herkese, teşekkür ettim düşünmeden, karşımdakini üzmeyeceğimi veya beni yanlış anlamayacağını bilerek ne hissediyorsam onları söyledim. Sizde yapın. Tutmayın içinizde. Söyleyin. Bizi bu ortak noktada buluşturan Mavi Dolunaya şükürler olsun..

Bedenler tanıdım önce ama sonra ruhları ile tanıştım. Kimini son gece, kimini ise tesadüfen ilk gece. Maskelerinin altında neler saklı insanların bir bilseniz. Mesela bir Ruh tanıdım gözlemleyen, izleyen ve bekleyen. Son gün tanıyabildim ruhunu tesadüfen. Onun suçu muydu gözlemlemek? sessiz olmak? Belki de zamanında gözlemlemediği için canı yanmıştı kim bilir? Hangimiz bilebiliriz ki? Ya da hangimiz bilebilirdik ki ruhundaki cevheri. Ben son gün bilebildim, son güne nasip oldu ama güç olmasında sa geç olmasının üzüntüsünden, tanıyabilmiş ve birşeyler paylaşabilmiş olmanın tadını çıkartmaya baktım. 3 ruh tanıdım, şanslıyım ki tanıdım. birbirinden güzel 3 ruh. birbirlerine ilham veren 3 ruh tanıdım. Bazen yıllara ihtiyaç duymayacağını öğrendim, bir şeyler paylaşabilmek için. Kendisiyle öylesine barışık insanlar tanıdım ki, utandım kendimden, bir kalıba girmeye çalıştığım dönemlerden. Bir Yonca tanıdım ki, anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği. Harika gülen insanlar gördüm, baktıkça içimi açan, harika bedenler gördüm performansları ile dil ısırtan. Koca adam gördüm yüreği de kocaman olan ama o bunu bahane saymayıp 260 km koşan.. Bir güzel ruh tanıdım saatlerce dertleşebileceğin. Zamanın sana yetmeyeceği, bir sonraki akşam olsa da sohbete devam edelim diye bekleyeceğin. Yazmakla bitmez ki yaşananlar.

Bir de yatağım vardı benim konforumdan sorumlu, benden meşhur oldu, canı sağ olsun =) ben onu öyle de seviyorum =) en azından döndü dolaştı yine benim çantama girdi =)

Offf off  beni bıraksan sabahlara kadar yazarım, size tek bir tavsiyem var. Likya Yoluna gelin. Ben ne kadar anlatırsam anlatayım, siz orayı yaşamadan anlayamazsınız...


Ve benim gözümden kısa bir özet izlemek isteyene..



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

IRONMAN Kural ve Yarışma Rehberi

Normalized Power, Intensity Factor ve Training Stress Score

En Basit Anlatımı ile DOPİNG