Likya Yolu Ultra Maratonu 2016, Ardından
Dönüp geçen sene Likya'yı bitirdiğimde yazdıklarımı okudum önce. Önce bir duygulandım açıkçası. Ne kadar aynı ama bir o kadar da farklı 2 yarış olmuş benim adıma. Gündüz sıcaktan yanıp, gece bere ile gezdiğimiz günler yaşadık.
Üşüdük, yeri geldi uyuyamadık sert zeminden ( evet bu sefer yataksız gittim ) ama benim adıma milyonlarca tecrübeyle geri dönüş oldu. Beni az çok çok etaplı yarışlardan tanıyanlar bilir. Kocaman bavulum, kahvemden, çift kişilik şişme yatağıma kadar her şeyimle gelen, neredeyse her güne başka bir kıyafet getiren ben, sadece 1 sırt çantası ve hiç bir extra malzemem olmadan gittim bu sefer Likya'ya. İstemedi canım kabarık çanta yapmak, her sabah şımarık gibi kalkıp french press ile kahve hazırlamak, her çıkarttığımı kirliye koyup yenisini giymek.. Ve inanır mısınız, bunu yaptığımı oraya gittiğimde anladım. Sadece koşmaya 2 tayt, 1 eşorfman altı, 1 sweatshirt, 1 uzun tayt, 2 tsirt, 1 koşu forması, 2 çorap, 2 ayakkabı, 1 havlu.. Hepsi bu. Ultracı gibi hissettim kendimi bir anda, hatta Yonca "ben ultra yapacağım" dediğinde bir anda "o zaman bende seninle geleceğim" demek istedim. İçimde artık o 250km'yi yenme arzusu daha çok, yapabileceğime inancım daha fazla. Yonca'nın bunda katkısı inanılmaz büyük ve zamanı da geliyor mental olarak, hissediyorum.
Şimdi şuursuzca Uzunetap ailesini anlatasım var size ama zaten her yazımızda ne kadar olağanüstü bir event yaptıklarını yazıyoruz. Yemeklerden tutunda, lojistik olarak o kadar zor olan wc-duş olayına kadar her şeyi nasıl sorunsuz hallediyorlar bir görseniz. Hepsine sonsuz teşekkürden başka bir şey diyemiyorum maalesef. Teşekkürler Uzunetap ailesi.
İnsanın orada hissettikleri çok entresan gerçekten. İlk günler herkes yabancı, tanıdıklar var elbet ama 2012 de 10 kişilik 6G yarışında, bu sene 95 kişinin kayıt olduğu bir yarışa dönüştü bu yarış 4-5 senede. o 100 kişi ile 1 hafta her şeyi paylaşıyorsun. neredeyse 24 saat berabersin. Aynı parkurda, aynı çadırda, aynı masada. Ne hikayelere şahit oluyorsun. Her gün parkurda ne manzaralara, her gün başka bir yarışmacı ile beraber şahit oluyorsun. Normalde herhangi bir yarış ortamında 3-5 saat görüp ayrıldığın insanların bir nevi evine misafir oluyorsun. Herkesin çadırı onun evi gibi orada ve sen davetsiz misafir gibi orada onun evinde yatıp kalkıyorsun. Orada, o çadır içerisinde 8 gününü geçirdiğin insana nasıl olur da güvenmezsin bir düşünsene, evinin anahtarını ver git dünyanın öbür ucuna aklın zerre arkada kalmaz.
Özel karakterler var benim için orada. Mesela Yonca, hani kim cesaret ederdi onun yaptığını yapmaya? Bence edemezdi kimse. Damla, geçen sene yarım bıraktığı işi tamamlamaya gelmişti ve yaptı. Bakiye abla, kadın hepimize hayat dersi gibi. Alicem, bir arkadaştan daha öte, kardeş gibi artık. Çılgın çadır arkadaşım yıllardır, Seda Nur Çelik, kendime çok benzetiyorum onu, deli dolu ve çok duygusal. Çok başarılı ve çok daha başarılı olacak. Mahmut, SAT komandosu bir subay, zaten bilen biliyor,adam koşuyor ve bunu o kadar basitmiş gibi gösteriyor ki inanılmaz. Özcan, deli çocuk, o da bizden birisi, yarışa renk katan enerjisiyle ortamı besleyen. Ekipten çok fazla insan var anlatılacak, Serdar, Tolga, Özge, Ecem, Özgür, Taner abi, Mehmet abi Senem, faruk Kubilay abi, ne bileyim daha kimler var kimler artık aile gibi olduğumuz.
Bana bu sonsuz tecrübeleri yaşama şansı verdikleri için her birine sonsuz teşekkür ediyorum. Çünkü her dönüşümde yeni bir ben olarak geri geliyorum oradan.. Yarış sonucunu merak edenler vardır elbet, son gün ayağımdaki sakatlıktan ötürü parkura çıkamadım. O sebeple yarışı bitirememiş gözüküyorum.
Seneye görüşmek üzere özel ağaç, arkasına saklanıp gözyaşı dökülen..Sen ölü halinle hayat verensin..
Üşüdük, yeri geldi uyuyamadık sert zeminden ( evet bu sefer yataksız gittim ) ama benim adıma milyonlarca tecrübeyle geri dönüş oldu. Beni az çok çok etaplı yarışlardan tanıyanlar bilir. Kocaman bavulum, kahvemden, çift kişilik şişme yatağıma kadar her şeyimle gelen, neredeyse her güne başka bir kıyafet getiren ben, sadece 1 sırt çantası ve hiç bir extra malzemem olmadan gittim bu sefer Likya'ya. İstemedi canım kabarık çanta yapmak, her sabah şımarık gibi kalkıp french press ile kahve hazırlamak, her çıkarttığımı kirliye koyup yenisini giymek.. Ve inanır mısınız, bunu yaptığımı oraya gittiğimde anladım. Sadece koşmaya 2 tayt, 1 eşorfman altı, 1 sweatshirt, 1 uzun tayt, 2 tsirt, 1 koşu forması, 2 çorap, 2 ayakkabı, 1 havlu.. Hepsi bu. Ultracı gibi hissettim kendimi bir anda, hatta Yonca "ben ultra yapacağım" dediğinde bir anda "o zaman bende seninle geleceğim" demek istedim. İçimde artık o 250km'yi yenme arzusu daha çok, yapabileceğime inancım daha fazla. Yonca'nın bunda katkısı inanılmaz büyük ve zamanı da geliyor mental olarak, hissediyorum.
Şimdi şuursuzca Uzunetap ailesini anlatasım var size ama zaten her yazımızda ne kadar olağanüstü bir event yaptıklarını yazıyoruz. Yemeklerden tutunda, lojistik olarak o kadar zor olan wc-duş olayına kadar her şeyi nasıl sorunsuz hallediyorlar bir görseniz. Hepsine sonsuz teşekkürden başka bir şey diyemiyorum maalesef. Teşekkürler Uzunetap ailesi.
İnsanın orada hissettikleri çok entresan gerçekten. İlk günler herkes yabancı, tanıdıklar var elbet ama 2012 de 10 kişilik 6G yarışında, bu sene 95 kişinin kayıt olduğu bir yarışa dönüştü bu yarış 4-5 senede. o 100 kişi ile 1 hafta her şeyi paylaşıyorsun. neredeyse 24 saat berabersin. Aynı parkurda, aynı çadırda, aynı masada. Ne hikayelere şahit oluyorsun. Her gün parkurda ne manzaralara, her gün başka bir yarışmacı ile beraber şahit oluyorsun. Normalde herhangi bir yarış ortamında 3-5 saat görüp ayrıldığın insanların bir nevi evine misafir oluyorsun. Herkesin çadırı onun evi gibi orada ve sen davetsiz misafir gibi orada onun evinde yatıp kalkıyorsun. Orada, o çadır içerisinde 8 gününü geçirdiğin insana nasıl olur da güvenmezsin bir düşünsene, evinin anahtarını ver git dünyanın öbür ucuna aklın zerre arkada kalmaz.
Özel karakterler var benim için orada. Mesela Yonca, hani kim cesaret ederdi onun yaptığını yapmaya? Bence edemezdi kimse. Damla, geçen sene yarım bıraktığı işi tamamlamaya gelmişti ve yaptı. Bakiye abla, kadın hepimize hayat dersi gibi. Alicem, bir arkadaştan daha öte, kardeş gibi artık. Çılgın çadır arkadaşım yıllardır, Seda Nur Çelik, kendime çok benzetiyorum onu, deli dolu ve çok duygusal. Çok başarılı ve çok daha başarılı olacak. Mahmut, SAT komandosu bir subay, zaten bilen biliyor,adam koşuyor ve bunu o kadar basitmiş gibi gösteriyor ki inanılmaz. Özcan, deli çocuk, o da bizden birisi, yarışa renk katan enerjisiyle ortamı besleyen. Ekipten çok fazla insan var anlatılacak, Serdar, Tolga, Özge, Ecem, Özgür, Taner abi, Mehmet abi Senem, faruk Kubilay abi, ne bileyim daha kimler var kimler artık aile gibi olduğumuz.
Bana bu sonsuz tecrübeleri yaşama şansı verdikleri için her birine sonsuz teşekkür ediyorum. Çünkü her dönüşümde yeni bir ben olarak geri geliyorum oradan.. Yarış sonucunu merak edenler vardır elbet, son gün ayağımdaki sakatlıktan ötürü parkura çıkamadım. O sebeple yarışı bitirememiş gözüküyorum.
Seneye görüşmek üzere özel ağaç, arkasına saklanıp gözyaşı dökülen..Sen ölü halinle hayat verensin..
gece 04:30 da post edilmiş. şahane . gel şimdi birdaha seneye kaydolma . hala yonca ve bakiye ablayı davulla olimposta bekleyesim var...
YanıtlaSilbi daha start alasım bi daha bi daha koşasım var tam şimdi... şu an.. o derece...
YanıtlaSil